.

.

Paris! Paris! Paris!

Dikkat: Bu yazı biraz uzun olabilir :)
Paris <3

Paris'e giderken heyecanlıydım, hani Paris ya, yani Paris işte, adı yetiyo heyecanlanmaya. Dönerken düşündüğüm tek şey şuydu, iyi ki yaptım bunu! Ne zamandır bu kadar keyifli zaman geçirmemiştim ve Paris gerçekten görülmeye değer.

Köln, Aachen ve Düsseldorf'daki üniversite öğrencileri için yapılan bir organizasyondu bu, öğrenci grubu olması çok güzeldi, Almanlar, Türkler (yine hatrı sayılır çoklukta), başka ülkelerden gelen öğrenciler ve tabiki -onları tek başına br kategoriye koymak zorundayım- Asyalılar. (Her seferinde aynı dozda şaşırabiliyorum, ne kadar çoklar, ne kadar her yerdeler ve ne kadar farklılar.) Organizasyonu düzenleyen ekip de tesadüfen Almanyada yaşayan birkaç Türkten oluşan bir ekipti, iyi insanlardı. Seviniyorum böyle bizden, sevilesi insanlar görünce.

Gece Köln'den yola çıkıp sabah gözümüzü Paris'de açtık gibi klişe bir ifade kullanmak isterdim fakat kullanamıyorum zira gece doğru dürüst uyuyamadım. Yollarda hiç iyi uyuyamıyorum, parça bölük, yarım saat maximum uzunlukta, saçma sapan. Ama yol keyifliydi, dışarıyı seyrederek, müzik dinleyerek, sohbet ederek, çabuk geçti. Paris'e ulaştığımızda bizi bir rehber karşıladı, 1.5 -2 saat kadar bir şehir turu yaptık. Fakat işin ilginç tarafı bu turu yaparken biz hava henüz aydınlanmamıştı ve normal şartlarda yüksek otobüslerden fotoğraf çekmek çok keyifliyken, hava nispeten karanlık olduğundan pek randıman alınamadı malesef fotoğraf anlamında. Ama günün geri kalanından yine de bir sürü güzel fotoğraf var. <3

Günün geri kalanı demişken, sadece bir gün geçirebildim Paris'de. Yetmediğini söylemeye gerek yok, çünkü çok güzeldi, yani gerçekten. Çok güzel ifadesini her zaman hemen her şey için kullanıyoruz biliyorum ama Paris'e ilgili düşüncelerimi ifade etmek için biraz düşünmem gerek sanırım. Nasıl desem, hmm etkileyici, oldukça etkileyici, şaşırtıcı derecede güzel, çok net şekilde cool, üzerine sanki çok iyi düşünülmüş, çizilmiş bir gecede aniden yaratılmış başarılı bir eser. gibi.. Bu yaklaştı sanki.. :) <3
Ve yine yine ve yine, -buna deli oluyorum- yine yağmur yağdı. Ne zaman bir yeri görmeye gitsem, yeni bir şehri, ve sınırlı vaktim varsa, hava bozuk oluyor, üşüyorum, ıslanıyorum. Saçlarım saçma sapan bir hal alıyor, ayakkabılarım ıslanıp çirkinleşiyor, en kötüsü fotoğraflar bunalımlı bunalımlı gri çıkıyor. Paris'de de yağmur yağdı, bütün gün!! Ahh!
Bu arada fransızlar gerçekten çok değişik insanlar bunu söylemeliyim, genelleme yapmak belki yanlış ama şu an çok doğru geliyor! Fazlasıyla soğuklar, yardımsever olduklarını söylemek için çok çok pozitif olmak gerek, çok aşırı gururlular ki hatta bu bence biraz kibire kaçıyor ve fazlaca milliyetçiler. Gereğinden fazla. Birisine ingilizce konuşup konuşmadığını sorduğunuzda hakaret etmişsiniz veya olmayacak bir şey istemişsiniz gibi davranıyor bazıları, sanki içten içe alınıyorlar, bir anda antipati beslemeye başlıyorlar size karşı.

Hepsi bir yana, Paris'le ilgili en net aklımda yer eden şeylerden bir tanesi, şehrin mimarisi, bütünüyle bir harmoni içinde, bir binayı yaparken diğerlerini düşünerek falan yapmışlar gibi, uyum çok hoş gerçekten. Özellikle Eyfel Kulesi'nden aşağı baktığınızda görebiliyorsunuz bunu. Çok sanatsal bir şehir bence, sıradan sokaklar, evler, binalar gerçekten birer tarza sahip. Sonbahar Paris'de de çok güzelmiş elbette, ağaçlarla örülü caddeler çok hoşuma gitti.

         Louvre Müzesi'ni görmeden olmaz tabii ki!
Çok devasa bir müze gerçekten, tamamını gördüğümü de samıyorum bile, sadece müzenin kendisine bir gün ayırmak gerekir muhtemelen, galeriler resimler zaten çok başarılıydı, heykeller de fakat müzenin kendi tasarımı ve tarzı da harikaydı. Koridorlar, kolonlar, duvarlardaki işlemeler ve resimler çok şık, görmeye değer.
 Tabi galerileri gezerken sürekli Mona Lisa nerde Mona Lisa nerde diye sayıkladık durduk :) en sonunda devasa resimlerin arasında bir duvarın 15de 1ini kaplayan önünde onlarca insanın kalabalık yaptığı bir tablo göründü uzaktan, Mona Lisa! Dünyanın en değerli tablosu.
 Louvre'da misyonumuzu tamamladıktan sonra tekrardan dışarı attık kendimizi, yağmur hızını kesmişti o ara şansa, daha katlanılabilir bir seviyede yağıyordu :) Bu arada yemek yendi ama o çok ayrı bir mücadele oldu, çünkü Paris abartı pahalı bir şehir ve Fransızların bu gurmelik merakından, bizim sıradan görebileceğimiz şeyleri aşırı önemli şekilde değerlendirme huylarından kaynaklı, restoranlar çok pahalı o yüzden bizim gibi turist olarak Paris'e gelen öğrenciler için sıkıntılı bir durum bu. Ayrıca gittiğimiz restorandaki insanlar da oldukça garipti, bize kapatacaklarını o yüzden biraz acele etmemiz gerektiğini söylediler. ! Ama kapatmadılar, kapatmaktan kasıtları oturup kendilerininn de yemek yiyebilmesiydi, biz yaklaşık 5 dakika içinde siparişlerimizi masamızda bulduktan sonra -böyle bir hız yok- kendileri de yemeklerini yediler ve sanırım o an her şey bundan ibaretti.
 
Eyfel ne kadar da güzel. Herkes biliyor az çok hikayesini zaten, ilk inşa edildiğinde çok tepki görmüş, hatta "aydın" olarak tanımlanabilecek çevrelerden, hantal ve anlamsız bulmuşlar, nefretle onu kaldırtmak için çalışmalar düzenlemişler ama, bir şekilde başarısız olmuş bu girişimer ve iyi ki kalmış, ki Paris'in ve dolayısıyla Fransanın en çok turistin ziyaret ettiği şehir ve ülke olmasının sebebi Eyfel Kulesi.
 İlk iki katı, (iki kat dediğim, yukarıdaki resimde görünen orta kısma kadar!!) merdivenleri kullanarak çıktık ki bu sanırım 600 basamağa denk geliyor! Benim için büyük bir olay bu çünkü ben bir kat merdiven çıkıp yorulan bir insanım, ama Eyfel için değer tabii ki. Orta bölümde bir mola verip biraz fotoğraf çektik, etrafı izledik. Şehrin düzeni ve mimari harmonisiyle ilgili görüşüm burda pekişti :)
 Hava yağmurdan dolayı çok sisliydi de, bu yüzden en tepeye çıktıktan sonraki ilk birkaç dakikayı sadece etrafımızdaki beyazlığa ve başka hiç bir şey olmamasına şaşırarak geçirdik, sanki uçaktan bulutların üzerinden yeryüzüne bakmak gibi, arada sis azalır dağılır gibi oldu ve o zaman görüntü gerçekten çok hoştu. 
 Akşam aslında çok güzel bir tekne turu yaptık nehir üzerinde ama artık o zamana pilim bitmiş olsa ki çok fazla fotoğraf çekmemişim, oturup etrafı izledik sadece :) Ama akşam olup da Eyfel'in ışıkları yanmaya başlayınca her şey daha fantastik oldu :) Son olarak, en kısa haliyle özetlemek gerekirse, Paris çok özel bir şehir. Bu kadarı yeterli. <3
 
 
Daha fazla fotoğraf için fotoğraf bloğumu ziyaret et:
http://sinemdegirmenphotography.blogspot.de/

Köln!

Köln, Gün 26!
Neredeyse bir koca ayı bitirdim şehirde, ama ilginçtir sanki daha uzun zamandır buradaymışım gibi geliyor. Bu süre içinde yerleşmeye alışmaya calışırken, üniversiteyle ilgili işleri halledip, ders programımı oturtup, derslere girerken, gezer dolaşırken, fotoğraf çekerken, (zaman zaman yanlış trene bindiğim de oldu tabii :) )  blogumu güncellemeye yaptıklarımı, gördüklerimi paylaşmaya yeterince zamanım olmadı.
Gecikme için üzgünüm :)

Bu postu birkaç ana başlıkta özetleyeyim:
1- Köln güzel.
2- Okulum güzel.
3- İnsanlar güzel.
3- Hava sert.
4- Keyfim pek yerinde.
 :-)
İlk önce şunu not ediyim, şu an dışarıda hava -2 derece! Şaka değil. Ben -2 dereceyi görmeyeli çok uzun zaman oldu. İstanbul'da 5 derecede donuyorum, burda ne yapacağım bilmiyorum :)
Geldiğimden beri hava idare eder gibiydi, sık sık yağmurumuz arada soğuk günlerimiz oldu, geldiğimin 3. günü hastalanır gibi de oldum hatta ama annemle ablamın ben buraya gelirken bana verdiği ilaçlar sayesinde tam yerleşmeden savdım hastalığı :)

Köln oldukça büyük bir şehir, Almanya'nın 4. büyük şehri, 1milyon kadar bir nüfusa sahip. Kaybolmalık tam :) yeni olunca. İlk iki hafta bilmiyorum kaç kere yanlış trene bindim, yanlış yöne gittim, ama sonra oturdu her şey, ulaşım çok rahat. Çok iyi organize edilmiş gerçekten, nerde olursan ol, merkeze gidebilmek çok kolay ve her daim vasıta bulmak mümkün.
Sonbaharda Köln çok güzel, çok çok güzel. Baktığım her yer renkli, sarı, turuncu, kırmızı, pembe, ağaçlar öyle güzel ki. Sokaklar, kaldırımlar hep sarı yapraklarla dolu.
1. 6. ve 7. fotoğraflarda görünen yapı meşhur Köln Katedrali, çok ciddi bir şekilde büyük bir katedral. UNESCO Kültür Mirası listesine dahil. İnşaa edilmeye başlandığı tarihle bitirildiği tarih arasında 632 yıl geçmiş! (İnşaası 632 yıl sürmemiş ebette ama savaşlar, maddi imkanların tıkanması vb. bir sürü sebepten ötürü hep yarım bırakılmış.) 2. Dünya Savaşı zamanında Köln'e atılan yüzlerce belki binlerce bombaya rağmen neredeyse hiç hasar görmemiş. Katedrali korumak adına insanlar da çok uğraşmış elbette. Devasa camları -çok şaşırtıcı bir şekilde- savaş döneminde yerinden söküp kırılmalarına engel olmak için saklamışlar.
Koca katedral içinde sadece bir bölümdeki cam kırılmış onun da yenisini yaparken camın üzerinde daha önce tam olarak  ne resmi olduğunu net hatırlayamadıklarından, tartışmalı bir şekilde dönemin meşhur ressamlarından Gerhard Richter'in bir resmini (renkli karelerden oluşan bir kolaj çalışması, ama çok iyi hesaplanmış bir simetrik kompozisyonu var.) cama işlemeye karar vermişler. Çok tartışılmış elbette bu karar ama, sanırım kiliseyi destekleyen maddi katkıda bulunanların oy çoğunluğuyla kabul edilmiş. Bütün camlarda Hz. İsa'nın hayatına dair tasvirler var, sadece bir tanesi tamamiyle bir modern sanat ürünü. Oldukça da ilgi çekici.

Katedralin bulunduğu kısım, şiddetli derecede rüzgarlı bir bölge, katedralin batı kısmının önündeki bu büyük alandaki merdivenleri ben çok seviyorum, fotoğrafta görüldüğü gibi, amaçsız ve sebepsiz bir şekilde oturulabilecek bir yer :)

Hohenzollern Köprüsü (1. ve 2. fotoğrafta görünen) bir özelliğe sahip, iç trabzanlarının tellerine kilit takmak bir gelenek, çiftler isimlerinin yazılı olduğu kilitleri oraya takıyorlar ve daha sonra geldiklerinde onu tekrar bulup nehre atarlarsa aşkları ölümsüz oluyor şeklinde bir anlamı var. Ama sanırım aslında kilitler kaldırılmak isteniyor, çünkü köprü son birkaç yıl içinde olağanüstü ağırlaşmış. !!!
Şehirde Triangle Tower isimli bir yapı var, Hohenzollern Köprüsünün Deutz ucunda, terası bir "gözlem güvertesi" olarak ayrılmış, İstanbul'un Galata Kulesi gibi, neredeyse bütün şehri 365 derecelik açıyla görebiliyorsunuz, 100 metreden fazla bir yükseklikten, gerçekten çok etkileyici. Tek problem terasın etrafı tamamen camla çevrili ve fotoğraflarda sürekli camdan yansımalar oluyor. Ama bu elbette benim için bir problem, onun dışında etrafı seyretmek için mükemmel bir yer.

Köln'ün meşhur bir karnavalı var. 11.11.2012 saat 11.11'de başlayacak ve çok coşkuyla kutlanıyormuş öğrendiğim kadarıyla, heyecanla onu bekliyorum!!! :)

Ayrıca! Dikkatimi çeken bir şey daha, Köln'e özgü değil ama burda farkettim bir şekilde, sokaklarda ev hayvanları dışında başıboş gezen tek bir hayvan yok. Alışkın olmadığım bir durum bu da. Ama alışkın olmadığım ve zor gelen başka şeyler de var. Mesela yurtta kalmak, başklarıyla bir şeyleri ortak kullanmak ve tabiki en önemlisi sürekli yemek yapmak, hazırlamak zorunda olmak :) Ahh! Evinde prenses olunca insan, zor geliyor, evini arıyor tabiki. =)

Üniversitede burada okuyacağım dönemde sekiz ders alıyorum ve ayrıca Erasmus öğrencileri için bir de almanca kursuna katılıyorum. Ders programım yoğun, çoğu zaman da zorlayıcı ama oldukça keyifli de. Çok ilgimi çeken dersler var aslında ama daha fazla ders alırsam gözümü açamam heralde dersten sınavdan. Eğer lisans eğitimimin tamamını burada yapıyor olsayım ama gerçekten çok fantastik olabilirdi :) Okuldan çıkar çıkmaz gördüğüm ilk yer soldaki fotoğraftaki ve benim en sevdiğim şeylerden bir tanesi olan, ağaçlarla çizilmiş ince uzun bir yol.

Buraya geldiğimden beri ciddi ciddi kahvaltı yapıyorum. Normal şartlarda ekmek yeme ihtiyacı hissetmeyen ben, deli bir ekmek tüketimi içindeyim. Yanlış anlaşılmasın Almanyada ekmekler çok güzel olduğundan falan değil, ki bana çoğu zaman kuru ve anlamsız geliyor, ama daha çok sandviç ve tost konsepti içinde ekmek tüketiyorum =) İçimde sandviç ve kızarmış ekmek ağacı büyüyor, ama çok güzel sandviçler yapıyorum doğrusu!

Bunu eklemezsem olmaz, çok ciddi bir Türk nüfusu var burda. Trende, sokakta, okulda, alışveriş mrkezinde, her yerde kısacası, srekli Türkçe konuşmalar duyuyorum. Sürekli. Bazen yurtta odamda otururken gecenin bir saati dışarıdan yine Türkçe konuşmalar duyuyorum. Köln'de Türklerin çoğunluk olduğu ve ciddi Türkleşmiş bir cadde var. Keupstraße. Sokakta dükkanlar şöyle, Uğur Kuyumculuk, Esin Gelinlik, Dürümcü Baba, Türkcell, xx Kebap Evi.... :-) Doğrusunu söylemek gerekirse, benim için biraz fazlaydı, garipsedim. Ama dürümcüde dürüm yemeden dönmedim tabiki, Adana istedim extra acılı olsun dedim, emin misiniz diye sordular, evet dedim. Düşündüm heralde çok ciddi bir acıyla karşı karşıya kalacağım ki emin misiniz diye soruyorlar. Gelen dürüm hafif acılı urfaydı bence. İlginç. Bilmiyorum neden öyle denk geldi :-)

Trende yaşlı birine yer verdiğim zaman şaşırıyor insanlar :) Çok tatlılar, teşekkür teşekkür üzerine, çok takdir ediyorlar böyle şeyleri, alışkın olmamaktan ileri gelen bir durum bu. Aslında kibar olmalarıyla tanıdığımız bir millet Almanlar, en azından benim kişisel görüşüm bu yönde, nazik insanlar Almanlar. Ama demek ki bu nezaketle birebir bağlantıl değil, yanında saygı ve hürmet de olmadığı sürece eksik kalıyor. Bu noktada da biz çok değerliyiz bence. Gerçi! İstanbul'da da yaşlılar yer vermen için gözünün içine bakıp sana psikolojik baskı yapıyor orası da ayrı ama neyse! =)                                               


           Köln <3


Daha fazla fotoğraf için fotoğraf bloğumu ziyaret et:
http://sinemdegirmenphotography.blogspot.de/


Fernweh

Bremen'e şimdilik hoşçakal dedim. Çok alışmıştım, çok sevmiştim zor geldi ayrılmak. 5 hafta yetmedi hiç, daha yapmak istediğim bir sürü şey vardı, eksik kaldı çoğu. Bremen'i gerçekten özleyeceğim. Gerçekten. Fernweh diyor almanlar buna. Evin, memleketin olmayan, yabancı bir yere duyulan özlem. Fernweh.

Her sabah tanımadığım bir sürü insanın bana gülümsemesini özleyeceğim mesela, üniversiteye gitmeyi, yemekhanede yemek yemek için sabırsızlanmayı, fırınlardaki kafeteryalardaki sandviçlerin kuru,soğuk, sert ve tatsız olduğundan şikayet edip hayatımda belki ilk defa sabahları kendime kahvaltı hazırlamayı alışkanlık edinip yediğim sandviçleri özleyeceğim. Her gün çantamda 1,5 litre su taşımayı, dersleri, kurs arkadaşlarımı, ders bittikten sonra "Evet bugün napıyoruz?!" demeyi de .

İlk yazımda bahsedilmeyen, Bremen'e dair sevdiğim yerler, sevdiğim şeyler:

Werdersee:
-evimin hemen karşı sokağındaki nehir,
-nehir boyunca çimlere uzanmış insanlar
-bisiklete binenler, paten kayanlar
-köşedeki dondurmacı
-nehirde yüzmek, sonra da "biz İstanbul'da denizi beğenmiyoruz yeterince temiz değil diye burda nehirde yüzüyor herkes ve kimse şikayet etmiyor!" diye kendi kendime şaşırmak

Schnoor:
-Küçücük evlerin olduğu daracık sokaklar
-Evin içinde ikici kata giden bir merdiven yapacak kadar yer bile olmadığı için evin dışından, yani sokaktan ikinci katın penceresine uzanan merdiveni olan bir ev
-Hastalıklar yayılmış, şehrin uzak durulan bir bölümü oluvermiş, ama şimdi çok tatlı ve turistik bir yer

Schlachte:
-Wilhelm Kaisen Köprüsünün sağ kolunda kalan hat boyu çok cool bir yer
-Güzel cafeler ve restoranlar
-Sırf oturup kitap okumaya gittiğim bir yer
-Yemeğimi alıp yüksek basamakların üzerine oturup yediğim yer

Çok tembelim, her şeyi uzun uzun ayrıntılı yazıp paylaşamıyorum, ama işte birkaç fotoğraf:



St. Petri Katedrali
-Kulesine çıkıp şehrin fotoğrafını çekmeyi planlayıp unutuğum katedral!!!!

Wilhelm Kaisen Köprüsü:
- Her gün üzerinden geçtiğim köprü, yürüyerek veya tramvayla

Bremen, gece

Ve kısaca Bremen:
-Alışmakta hiç zorlanmadığım, kendimi yabancı gibi hissetmediğim şehir
-Werder Bremen futbol takımının evi
-Futbol stadyumunun dibinde halka açık yüzme havuzu olan şehir!
-Yeterince küçük, yeterince büyük, çokça güzel şehir
-Yeni şeyler gördüğüm, farklı insanlar tanıdığım, farklı karakterlerle karşılaştığım, kendimi de bir şekilde başka bir açıdan gördüğüm şehir
-Çok sevdiğim şehir!

< 3

Daha fazla fotoğraf için, fotoğraf bloğumu ziyaret et:
http://sinemdegirmenphotography.blogspot.de/

Berlin

Mevzu bahis Berlin olunca beklenti büyük oluyor illaki!

En nihayetinde Almanya'nın başkenti, bir eyalet-kent, yine bağımsız Bremen ve Hamburg gibi, Avrupa'nın en önemli şehirlerinden bir tanesi, Almanya için kültürel anlamda büyük bir önem taşıyor, sanatsal etkinlikleri, festivalleri oldukça meşhur. Almanya tarihi açısından da anlamı büyük, (bkz. Wikipedia haha) 3,5 milyon nüfusu var, çok ciddi bir yabancı göçmen nüfusuna sahip, çok ilginç bulduğum bir bilgi; nüfusun %59u ateist veya agnostik!, geri kalanı da protestan,katolik,müslüman ve çeşitli farklı dinler şeklinde nispeten daha dengeli bir şekilde ayrılıyor. Önemli, meşhur üniversiteleri var. Bahsi sık geçen, tarafımca reklamı yeterince yapılan Almanya dönerinin çıkış noktası ve memleketinin de Berlin olduğunu söylemek gerek, veya gerek yok bile.
                                                        

                                                          Bode Müzesi
                                             
                                                           Brandenburger Kapısı

Berlin işte!
Ve benim bu kadar heyecanlanarak, günlerce bekleyerek, süper motivasyonla gittiğim Berlin'de yağmur yağmaması gerekiyordu! Hadi yağdı, ama o kadar mı yağar yani?! En azından bir günlüğüne küçük bir istisna olabilirdi, hani benim için, keşke?



Berlin tren garı, nerdeyse bir havaalanı gibiydi, gerçekten devasa bir tren garı!
Yolda trende uyumayı başaramayan bir tek bendim grupta, -her zamanki gibi- yola erken çıktığımızı da hesaba katarsak uyku iyice önem kazanıyor, ama malesef. Berlin'e ulaştığımız andan itibaren yağmur yağmaya başladı, fotoğrafların griliğinden havanın bunalımı zaten anlaşılıyor, üstelik hem şemsiye hem de kamerayı aynı anda idare etmek gerçekten çok zor, iki elle kullandığımda bile beni yoran kamerayı tek elle kullanmak için heralde 40 fırın ekmek yemem lazım, ciddi anlamda. Lense düşen yağmur damlalarından bahsetmiyorum bile. Elbete ki sevgili güzel kameram orda çekeceğim birkaç fotoğraftan daha değerli! Berlin'e daha güneşli bir havada yine gidebilirim!

                                                        Holocaust Anıtı
                  (2. Dünya Savaşı döneminde öldürülen yahudilerin anısına)


                                                    Potsdamer Platz'da gökdelenler
En çok ilgi gören, en turistik yerleri yine de gezdim, gördüm. Berlin gerçekten güzel bir şehir ve bu kadar özel olmayı hakediyor. (Ama Hamburg hala favorim, Berlin'e aşık olduğumu söyleyemem, Hamburg'a olduğum gibi!) Çok şık yapılar var, gerçekten oldukça gösterişliler. Nehri, üzerindeki turist botları, faytonlar, köprüler, şaşalı kiliseler, sanat galerileri, pek çok müzeler, her şey o kadar dikkat çekici ve göze hitap ediyor ki, İstanbul gibi, beğenmemek mümkün değil. Ama en çok dikkatimi çeken şeylerden bir tanesi, nerdeyse her yerde bir yapı çalışması, bir kaldırım onarma, bir inşaat alanı olması. Çok çok fazla, garip bir şekilde.

Saatler sonra güneş kendini gösterdi neyse ki, birkaç fotoğraf çekebildim, ama malesef yeterince çekemediğim gerçeğini değiştirmiyor. Tekrar gitmem gerek, sırf bu yüzden :)

                                                             Reichstag (Meclis Binası)
Bode Müzesi

Rotes Rathaus (Belediye Binası)


Berlin'de gördüğüm ve oldukça ilginç hatta orjinal bulduğum bir şey. Potsdamerplatz'da yürüyorum, bir Alman askeri bir masada oturuyor ve gelen turistlerin pasaportlarına! veya bir kağıt üzerine bir şeyler yazıp bir mühür basıyor. İlginç. Gidip soruyorum ve öğrendiğim şey şu, amaç Almanya'nın doğu ve batı yakası arasında duvar olduğu ve bir yakadan diğerine geçişin günlük vizelere sağlandığı zamanı hatırlatmak, pasaportta kullanılan mühür, kesinlikle bir problem yaratmayacak kadar kabul gören, kültürel bir amaçla yapıldığı bilinen br eylem, ki bu gerçekten çok cool! Yaptırdım mı, hayır, en nihayetinde Türkiye'de her an her konuda sorun çıkabilme ihtimali beni korkuttu ama belki de hiç sorun olmazdı, belki de yaptırmalıydım!

Berlin gezisinin en çarpıcı noktalarından bir tanesi, binmemiz gereken treni kaçırmamız ve dönüşümüzün baya uzaması oldu! Bir de ben biraz rahatına düşkün paşa ruhlu bir insan olduğumdan(!), benim için biraz acıklı bir durum oldu, iki gün boyunca belki sadece birkaç saat uyuyabildim, ama hala hayattayım! hatta kendimden beklemediğim kadar iyi bir performans sergiledim desem yeridir.


Berlin Katedrali

Berlin Katedrali, gece güneyden

Televizyon Kulesi

Zorlu bir mücadele oldu (yazabileceğimden daha fazlası olduğu kesin), ama yine de güzeldi. Tekrar gitmem lazım, o zaman Berlin'i daha çok seveceğimi biliyorum, bir şans daha vermem lazım, daha güzel bir havada, bu sefer kafamda daha iyi bir fikirle, daha çok zamn geçirerek ve tabiki daha çok daha cool fotoğraflar çekerek!





up